İLİM VE İMAN MERHALESİDeprecated: Function eregi_replace() is deprecated in /home/turalshia/public_html/page.php on line 99 Deprecated: Function split() is deprecated in /home/turalshia/public_html/page.php on line 103 İLİM VE İMAN MERHALESİ
Bazen bu tür gerçeklerin, bir ilme sahip olmasına karşın imandan yoksun olduğunu görüyorsunuz. Cenaze yıkayan ölüden korkmaz. Çünkü o kesin olarak bilmektedir ki, ölü, eziyet etme ve incitme gücüne sahip değildir. Hayatta iken, bedenin bir ruhu varken onu böyle yıkamazdı. Ancak o şimdi boş bir kalıp halini almıştır. Ölüden korkan kimselerin korkularının sebebi, bu gerçeğe iman etmemelerinden ileri gelmektedir. Onlar sadece bilgi sahibidirler. Allah'ı ve ceza gününü biliyorlar, ancak yakinen iman etmiyorlar. Aklın vakıf olduğu şeyden kalp habersizdir. Kendilerine gelen delile uygun olarak, Allah'ı, kıyametin ve meadin var olduğunu biliyorlar. Ancak aynı aklî delilin kalbin üzerini örtmesi, iman nurunun kalbe girmesini engellemesi de pekâlâ mümkündür. Ta ki yüce Allah onu karanlık ve zulümden çıkararak nur ve aydınlık âlemine girdirene kadar. «Allah insanların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır» (38). Allah Tebareke ve Teâlâ, onun dostu velisi) olduğu için onu karanlıkların dışına çıkarır. Artık günah işlemez, gıybet etmez, suç işlemez, din kardeşine karşı kin ve hased beslemez. Kalbinde nurlanma olduğunu hissederek dünyaya ve dünyadakilere değer vermez. Buna ilişkin Hz. Emir şöyle buyurmuştur: «eğer, bir karıncanın ağzından onun rızk olarak topladığı şeyi zorbalıkla ve adaletsiz bir şekilde almam şartıyla, bütün dünyayı içindekilerle birlikte bana verseler bunu kabul etmem» (39). Ancak sizden bazıları her şeyi ayaklar altına alıyorsunuz, İslam büyüklerinin gıybetini yapıyorsunuz. Eğer başkaları sokaktaki bakkalın ya da attarın gıybetini, koğuşunu yapsa bile bunlar yakışıksız bir şekilde İslam âlimlerinin üzerine yıkıyorlar ve böylece onlara küstahlık ve ihanet ediyorlar. Çünkü iman yakın derecesine ulaşmamış olduğundan kendi yapıp ettiklerinin karşılığını göreceklerine inanmamaktadırlar. Oysa günahsızlık (ismet) «kamil iman»dan başka bir anlama gelmemektedir. Peygamberler ve Velileri Cebrail onların ellerinden tuttuğu için masum (günahsız) değildirler. (Elbette eğer Cebrail de onların elini tuttuysa artık günah işlemezler) İsmet, imanın fazlalığı demektir. Eğer insanın Hakk Teâlâ’ya imanı varsa ve kalp gözüyle Yüce Rabb'ı güneş gibi görüyorsa, günah ve masiyet işlemesi mümkün değildir. İşte buna mukabil olarak ismet sıfatıyla, güç yetiren ve silahlı birisi olarak görülür. Bu korku Allah'ın huzuruna iman etmekten kaynaklanmaktadır. Ki bu da insanı günaha düşmekten korur. Masum İmamlar (a), temiz bir şekilde pak olarak yaratıldıktan sonra, riyazetten nuraniliğin ve fazıl melekelerin kesbedilişine paralel olarak, kendilerini, her şeyi bilen ve bütün işlere vakıf olan Allah Teâlâ’nın huzurunda görmekteydiler. İnanmış oldukları «La ilahe illallah»ın manasından yola çıkarak Allah'tan başka her şeyin ve herkesin fani olduğuna ve insanın alın yazısına müdahale edemeyeceklerine iman etmişlerdi. «... O'nun yüzü (zatı)'ndan başka her şey helak olacaktır.» (40) Eğer insan gizli açık tüm âlemlerin, Rabb'i huzurunda olduğuna ve Hakk Teâlâ’nın her yerde bulunduğuna ve her yeri gözettiğine iman ederse, Hakk'ın huzurunda ve Hakk'ın nimetinin huzurunda iken günah işlemesi mümkün değildir. İnsan buluğa erişmiş bir çocuğun karşısında bile günah işlemiyor, ona ayıp yerlerini açamıyorken, nasıl olur da Rabb'ın huzurunda ayıp yerlerini açabilir? Bunun sebebi çocuğun karşısına çıkmaya iman etmiş olmasıdır. Ancak Hakk Teâlâ’nın huzuruna çıkacağına dair bilgisi vardır fakat imanı yoktur. Günahlarının çokluğu sebebiyle siyahlanmış kalbi, bu tür meseleleri ve gerçekleri asla kabul edemez. Belki bunların doğruluğuna ve gerçekleşeceğine ihtimal bile vermemektedir. Gerçekte, eğer insan Kur'an da haber verilen şeylerin, yapılan vaadlerin ve korkutmaların doğru olabileceğine ihtimali de olsa (yakinen bir imana gerek yok) bir imanı olsaydı, kendi amellerini ve davranışlarını tekrar göz önüne getirir, bu şekilde başıboş ve pervasızca hareket etmezdi. Sizler eğer yürüyeceğiniz yol üzerinde, size zarar verebilecek bir yırtıcı hayvanın olduğuna ya da size saldırabilecek silahlı bir kişinin olduğuna ihtimal verirseniz, böyle bir yolculuğa çıkmaktan çekinerek durursunuz ve bu yolun sıhhatinin, sakatlığının ne olduğunu araştırırsınız. Acaba birinin hem cehennemin varlığına ve ateşte ebedi kalınacağına ihtimal verip de hem de bunun aksine şeyler işlemesi mümkün müdür? Acaba birinin hem Allah Teâlâ’yı hazır ve nazır (gözetleyen) olarak kabul etmesi, kendisini rububiyet makamından gözetlemesini, kendi yapıp ettiklerinin karşılığını göreceğine ihtimal vermesi, hesabın ve cezanın olacağına, bu dünyada söylediği her kelimenin, attığı her adımın, yaptığı her işin kaydedildiğine, Allah'ın gözetici ve kontrol edici melekleri olduğuna (41) ve onu devamlı gözettiklerine, onun tüm sözlerini işlerini kaydettiklerine ihtimal vermesi ve aynı zamanda da bunların hilafına olan amelleri dilediğinden dolayı onun ağlamayacağını söylemek mümkün müdür? Problem, bu gerçeklerin meydana geleceğine dahi ihtimal verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Yaşam şeklinden, gidişattan ve yürünen yolun türünden dolayı öyleleri ortaya çıkıyor ki bu evrenin ötesinde başka bir alemin olabileceğine dahi ihtimal vermiyorlar. Çünkü insanın böyle bir ihtimali vermesi için işlediği bir hayli uygunsuz şeylerin olması yetmektedir. ALLAH'A GİDEN YOLDA İLK LAZIM OLAN ŞEY! UYANIK OLMAKTIR Ne zamana kadar gaflet uykusunda kalmak, fesat, sapıklık içinde batmak niyetindesiniz. Allah'tan korkunuz. İşlerin sonundan çekininiz. Gaflet uykusundan uyanınız. Sizler henüz uyanmış değilsiniz. Henüz ilk adımı atmış değilsiniz. Allah'a giden yolda atılması gereken ilk adım, uyanıklıktır. Ancak sizler hala kafayı vurmuş yatıyorsunuz. Gözleriniz açık, ancak gönülleriniz uykuya dalmış. Eğer gönüller uykuya bulanmış, kalpler günah işlemekten kararmış ve pas tutmuş olmasaydı, böyle rahatça ve vurdumduymaz bir şekilde, uygun olmayan işleri yapmaya devam etmezdiniz. Eğer birazcık olsun uhrevi şeyleri ve orada ki dehşetli azabı düşünmüş olsaydınız, bugün omzunda bulunan sorumluluklarınıza ve size yöneltilen tekliflere daha fazla önem verirdiniz. Sizlerin gideceği başka bir dünya daha vardır. Aynı şekilde kıyamet ve mead da sizin için söz konusudur. (Tıpkı dirilmeleri ve dönüşleri olmayan diğer varlıklar gibi değilsiniz siz.) Neden öğüt almıyorsunuz? Neden uyanık ve uslu olmuyorsunuz? Neden böyle rahat rahat diğer Müslüman kardeşlerinizin koğuşunu, gıybetini yapıyorsunuz veya bunları dinliyorsunuz? Gıybet yapmak için uzanan dilin kıyamet günü başkalarının ayakları altında linç olacağını biliyor musunuz? Acaba hiç duymuş muydunuz ki «gıybet, cehennem köpeğinin yalağıdır» (42) Acaba hiç düşündünüz mü ki tüm bu ihtilafların, düşmanlıkların, hasedlerin, karamsarlıkların, bencilliklerin, gurur ve büyüklenmenin akıbeti çok kötü olacaktır? Acaba tüm bu rezalet ve haram kılınmış hareketlerinizin, sonuçta cehenneme götüreceğini ve —Allah korusun— ebedi olarak cehennemde kalışınıza sebep olacağını biliyor muydunuz? Allah saklasın, insan sızısı olmayan hastalıklara tutulur. Ağrısı sızısı olan hastalıklar insanı tedavi olmaya, hastane ve doktora gitmeye zorlar. Ancak ağrısız sızışız hastalıklar vardır ki insan hasta olduğunu hissetmez bile. Bunlar çok tehlikelidir. İnsan hasta olduğunun farkına vardığında zaten iş, işten geçmiş olur. Kalp hastalıkları aynı şekilde, eğer (insanda hastalığına bir belirti olarak) insanı sonuçta tedaviye yöneltiyorsa buna şükredilmelidir. Ancak eğer bu tehlikeli hastalıklar ağzı yapmıyorsa ne yapılabilir ki? Gurur, kendini beğenmişlik gibi hastalıklar ağrısız ve sızısızdırlar. Yine, ağrı ve sızışız çekilen diğer günahlar da kalbi ve ruhun (paklığını) bozarlar. Bu hastalıkların acısız olmaları bir yana, görünüşte insana zevk bile vermektedirler. Gıybetlerin yapıldığı sohbet meclisleri oldukça sıcak ve tatlı gelir. Tüm günahların temelinde yatan nefis sevgisi ve dünya sevgisi O lezzet veriyor, susuz, şarap içmekten mahvolduğu halde son yudumuna kadar şaraptan lezzet olarak içiyor. İnsan eğer bir hastalıktan lezzet alıyorsa ve onun sızısını çekmiyorsa, zorunlu olarak da tedavi yoluna gitmeyecektir. Onun bu tehlikeli hastalığa tutulduğunu hatırlatanlara da pek aldırmayacaktır. Eğer insan dünyaperestliğe ve hevaperestliğe müptela olursa, kalbini dünya sevgisi bürürse, dünya ve dünyanın dışındaki şeylere' ilgisiz kalırsa, —Allah'a sığınırız— Allah'a, Allah'ın kullarına, Peygamberlere, Allah'ın velilerine ve Allah'ın meleklerine düşman oluverir. Onlara karşı kin ve nefret besler. Melekler, Allah'ın emriyle onun canını almak için geldiklerinde onlara karşı şiddetli bir isteksizlik ve nefret hisseder. Çünkü Allah'ın meleklerinin, onu sevgilisinden (dünya işlerinden) ayırmak istediklerini görür. Bu durumda Hakk Teâlâ’ya karşı duyduğu düşmanlık ve kin duygularıyla dünyadan göçüp gitmesi mümkündür. Kazvin (şehrinin) büyüklerinden bir zat (Allah ona rahmet etsin) anlatıyordu: «Ölmek üzere olan bir adamın başında bulunuyordum. Son dakikalarda gözünü açarak dedi ki; Allah'ın bana ettiği zulmü hiç kimse etmemiştir. Çünkü bu çocukları büyütürken ne sitemler çektim. Oysa şimdi beni onlardan ayırmak istiyor. Bundan daha büyük zulüm olur mu?» Eğer insan kendi kendini arındırmazsa, dünyadan yüz çevirmezse ve dünya sevgisini gönlünden uzaklaştırmazsa, ölüm anında Allah'a ve Allah'ın dostlarına karşı duyduğu kin ve buğzdan titreyen bir kalple can verir. İnsanın önünde (karşılaşması muhtemel) böyle tehlikeli ve kötü bir son vardır. Bu yaratıkların en şereflisi olan insanın yakasında böyle uğursuz bir el vardır. Acaba bu baştan çıkmış olan insan «en şerefli mahlûk» mudur yoksa «en şerli mahlûk» mudur? «Asra andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler, başka.» (44). Bu surede sadece «iyi işler» yapan mü'minler istisna edilmişlerdir. Söz konusu edilen «iyi işler»se ruhla alakalı şeylerdir. Fakat gördüğünüz gibi bugün insanların birçok işleri «madde» ile ilgilidir. «Tavsiyeleşme» uygulanmıyor.
|